Betül Topaklı / Milliyet.com.tr – Popüler şarkıcı Metin Arolat, sahne aldığı sırada kalp durması nedeniyle 52 yaşında hayatını kaybetti. Ardından, Avrupa Yakası dizisinde Kubilay karakteri ile hatırlanan tiyatrocu Vural Çelik, evinde geçirdiği kalp krizi sonucu 51 yaşında vefat etti. Son olarak, ‘Ezel’ ve ‘Acı Hayat’ gibi projelerdeki rolleri ile tanıdığımız Tekin Temel, 56 yaşında kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirdi. Son dönemde sanat camiasından tanınmış isimlerin yanı sıra, birçok kişinin genç yaşlarda hayatını kaybetmesi, genç yaşta kalp krizlerinin artışına dair tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu konuya ilişkin bazı kişiler stresli yaşam koşulları ve yetersiz beslenmeyi öne sürerken, diğerleri Kovid-19 aşılarını suçladı. Yaşanan bu tartışmalar, Sağlık Bakanlığı’nı bir açıklama yapmaya zorladı. Bakanlık, gençlerde kalp krizi ölümlerine dair ortaya atılan iddialara bilimsel verilerle yanıt verdi ve resmi istatistiklerin bu artışı desteklemediğini bildirdi.
‘BİLİMSEL VERİLER ESAS ALINMALI’
Genç yaş grubundaki kalp krizi ölümlerine dair resmi verilere dayanmayan spekülasyonların dikkate alınmaması gerektiğini belirten Sağlık Bakanlığı, “Vatandaşlarımızın güvenilir ve doğrulanmış bilgileri resmi kaynaklardan takip etmesi önemlidir. Toplum sağlığına yönelik kritik konularda bilimsel verilere dayalı değerlendirmeler esas olmalıdır.” açıklamasında bulundu. Bakanlığın açıklamasına göre, gençlerde kalp krizi ölümü artışını gösteren bir veri mevcut değil. Peki, bu konudaki görüşler sahada çalışan kardiyologlar arasında nasıl şekilleniyor?
‘ÖLÜMLER ARTMADI AMA HASTALIKLAR ERKEN YAŞA İNDİ’
Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ayhan Atakan, son dönemde kardiyoloji kliniklerinde daha genç hastalarla karşılaştıklarını ifade etti. 45 yaş altındaki hastalar daha sık kontrole gelirken, en küçük şüphede de doktora başvuruyorlar. Bu hasta grubunda, “Aşılardan sonra kalp krizlerinin daha sık görülmeye başladığı” kaygısının yaygın olduğunu dile getirdi.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, gençlerde kalp krizine bağlı ölümlerle ilgili istatistiklerde artış gözlemlenmiyor. 2011 yılından günümüze kadar geçen süre içinde 15-44 yaş aralığında kalp krizine bağlı ölüm olaylarında istatistiksel olarak anlamlı bir artış yaşanmamıştır. Ölüm oranları azalmış olabilir, ancak aynı yaş grubunda kalp hastalıklarının gelişme oranı önceki dönemlere göre artış göstermiştir. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de sağlık hizmetlerine erişimdeki kolaylıkların artması, ani ölüm oranlarının düşmesine yol açmıştır. Yaşlı hastalıkları ve kanserle ilişkili ölümlerin sıklığı ise artış göstermektedir. Son 20 yıl içinde, akut kalp krizi geçiren hastaların tedavi yöntemleri önemli ölçüde değişmiştir. Gençlerde kalp krizi, yaşlı hastalara göre daha ölümcül olabilmektedir. Dolayısıyla genç bir hastaya hızlı ve etkili bir tedavi uygulanması, ölüm oranlarını büyük ölçüde azaltmaktadır. Türkiye’de de bu tedaviye erişim süresi, son 20 yılda kardiyolog sayısının ve koroner anjiyografi merkezlerinin çoğalmasıyla önemli ölçüde hızlanmıştır.
Klinik pratikte çalışan bir kardiyolog olarak, 45 yaş altındaki kalp hastalıklarının sıklığında 20 yıl öncesine göre belirgin bir artış gözlemliyorum. Ancak ölüm oranları, gelişen sağlık hizmetleri nedeniyle azalmıştır. Küçük yaşlardan itibaren yaygınlaşan tütün ürünleri kullanımı, obezitenin yükselmesi, yüksek kolesterol ve tansiyon ile şeker hastalığının erken yaşlarda görülmesi, kalp hastalıklarının erken gelişimine yol açmaktadır. TÜİK’in 15-45 yaş aralığında kalp krizine bağlı ölümlerde artış olmadığına dair istatistiklere bakıldığında, bu yaş grubunda kalp krizinin gelişme sıklığı üzerine bir çalışma yapılması durumunda farklı sonuçlar elde edileceğini gözlemliyorum. Bu tür istatistiklerin yayınlanması, toplum sağlığını iyileştirecek önlemler alınması açısından büyük önem taşımaktadır.
‘GENÇ YAŞTA STENT TAKTIĞIMIZ HASTALAR DA VAR, TEHLİKE BAŞKA’
Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ertuğrul Okuyan ise Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı verilerin, kendilerinde de gözlemlenen bulgularla örtüştüğünü vurguladı. Artan farkındalığın, bu konuda daha fazla ses getirdiğini dile getirirken, sosyal medyanın da etkisiyle insanların, kalp krizi riski konusunda tedirgin hale geldiğini belirtmiştir. Bir iş yerinde bir kişinin kalp krizi geçirmesi durumunun, diğer çalışanlarda paniğe yol açtığını ifade etti. Kovid pandemisi ve aşılamaların ardından bu durumla ilgili çeşitli spekülasyonların yayılmasının da dikkat çekici olduğunu aktardı.
1997 yılında kardiyoloji ihtisasına başladığını belirten Prof. Dr. Okuyan, yıllar içinde büyük hastanelerde çalıştığını ve hasta profilinde çok fazla bir değişim olmaksızın genç hastaların da var olduğunu söyledi. Günümüzde tanı ve tedaviye erişimin daha kolay hale geldiğini belirtirken, kalp damar sağlıklarının risk faktörlerinin artmakta olduğunu ifade etti. Sigara kullanımının yaygınlaşması, gençlerin kendine iyi bakmaması, obezite, hareketsizlik ve stresin bu durumu etkilediğini de ekledi. Fakat kalp krizi ölümlerinin geçmiş yıllara göre 2-3 kat arttığı ifadesinin doğru olmadığını belirtti. Kalp damar hastalıklarının günümüzde tüm ölümlerin ana nedeni haline geldiğini; geçmişte yaşlılık hastalığı olarak anılan kalp damar hastalıklarının artık gençlerde de görüldüğünü ifade etti.
‘KALP KRİZİNDEN PATIR PATIR GİDİYOR DİYE FEVERAN ETMEK DOĞRU DEĞİL’
Kalp damar hastalıklarının önlenebilir hastalıklar arasında olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Okuyan, kilo kontrolü, sigarayı bırakma, düzenli bir yaşam tarzı, beslenme alışkanlıklarının iyileştirilmesi ve egzersiz yapılmasının birçok sağlık sorununu önleyebileceğini belirtti. Gençlerin kendilerini güvende hissetmeleri gerektiğini, herkesin sağlık açısından bir risk taşıyabileceğini ancak bu durumun önlenebilir olduğunu ifade etti. “Gençler, kalp krizi ölümlerinin patır patır arttığına yönelik algı ile hareket etmemelidirler. Bu, yanıltıcı ve hatalı bir bilgi.” diye konuştu.
İletişim çağında pek çok bilgi kirliliği bulunduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Okuyan, kalp damar hastalıklarını önlemek adına bilimsel verilerle hareket etmenin gerektiğini dile getirdi. Türkiye’nin sağlık alanında iyi bir konumda olduğunu belirterek, Sağlık Bakanlığı’nın, sağlık otoritelerinin ve bilim dünyasının görüşlerine saygı gösterilmesi gerektiğini vurguladı.